7 Aralık 2014 Pazar

Bir Adım Kala


Babamın konferansı vardı yine. Sende gel kış tatili yaparsın dedi. Sadece iki gün hafta sonu.

Sevgili bayan arkadaşı da bizimle birlikte gelecekti.  Bu kez ondan rahatsız olmamıştım işin ucunda tatil vardı.

Güzel bir oteldi. Onların odası benim bir alt katımdı. Bayan arkadaşı geliyor diye mahcup olan baban bana biraz daha iyi manzaralı bir oda tutmuştu.

Küçük bir oda olmasına rağmen gördüğüm en ferah yerdi burası. Camlar yere kadar ve denizin içindeydim. Karşıdaki kayalıklar biraz ürkütücü olsa da yine de sevmiştim. Kayalıkların üzerinden hayatı seyrediyordum .

Biraz kitap okudum. Yol yorgunluğu ve dalgaların ritmiyle uykuya dalmışım. Geceden aralık kalan perdeden sızan güneş ışığı uyandırdı sabah beni. Pırıl pırıl bir sabahtı. Kayalıklar dalgalarla ateşkes yapmıştı, sakindi bugün. Bu his bana huzur verdi. Giyindim ve kahvaltıya indim.

Babam iki kere çaldırmış beni uyurken. Kahvaltıyı sabah erkenden yapmışlar. Ne güzel başlamıştım güne. Tek başıma güzel bir kahvaltıyla devam edecektim. Oturdum masaya. Yan masa da benim gibi yalnız bir kadın kırk yaşlarının başında çayını yudumluyordu. Öyle yavaş hareket ediyordu ki zaman hiç geçmesin diye yalvarır gibiydi gözleri. Kendimi onu izlemekten alı koyamadım. Ancak deniz kenarına gitmek için de sabırsızlanıyordum. Ondan sonra gelmeme rağmen kahvaltımı bitirip denize doğru yol aldım.

Gerçekten soğuktu hava. Bir iki tur attım ve odama dönmeyi düşünüyordum ki sabah gördüğüm kadın çıktı karşıma.

Çıplak ayaklarıyla kumsalda yürüyordu. Üşümüyor muydu acaba?

Onunla konuşmak istedim. Beni bir şey ona doğru yaklaştırdı.

“ Stresi aldığını söylerler kumların, bir meditasyon tekniği değil mi ? “

Yüzündeki mimiksiz ifade ile bana bakarak  ”ben bir şey hissetmiyorum” dedi.

Yine ağır ağır uzaklaştı yanımdan.

Garip bir kadındı. Odama döndüm bende. Rüzgar çıkmaya başlamıştı. Güneşte artık dağların arkasına gizlenmişti kimse görmesin diye.

Dalgaların kayalar ile kavgası başlamıştı yine. Sesleri kapalı camın ardında içime işliyordu. Ürperdim.

Her ne kadar ürkütücü şeyleri izlemekten korksam da bana hep heyecan verirdi. Perdeleri sonuna kadar açtım ve izlemeye koyuldum.

O da neydi?

Sabah ki kadın kayaların üstündeydi. Adım adım uçurumun kenarına yaklaşmaktaydı. Adımlarını izliyordum. O hala soluk alıp verirken tuttum nefesimi. En sonuna geldi kayanın tam en sonuna. Hayatın sonundaydı şimdi.  Bu kadar kısaydı hayat tek bir adım kadar.

Camı açıp dur demenin bir faydası olur muydu?

Duruyordu son adımında. Belki dua ediyordu belki af diliyordu.

Uzun sürer miydi monoloğu?

Yükseklik korkum olmasına rağmen, kendi evimden beşinci kattan aşağıya bakamazken, yirmi kata kadar ulaşan bu kayalığa ani bir kararla koştum. Başım dönüyordu rüzgar yere doğru itiyordu beni. Ben ise tanık olacağım hazin bir sona, hiç tanımadığım bir bedene ruhumu sürüklüyordum. Kayanın tepesine çıktım sonunda. Kadın hala oradaydı. Onu görünce sıcaklık aktı yüreğime rahatladım.

Oturmuştu sadece kayaları seyrediyordu.

Beni fark etti ancak döndü yine kayalara yüzünü.

“Benim odam tam karşıdaki oda sizi gördüm ve sandım ki-“

“Meditasyon sadece iyi geliyor” dedi.

Böylece hayatımda gördüğüm en ilginç insanla tanışmıştım.

17 Kasım 2014 Pazartesi

Umut, umuda yolculuk

Gülümserken içinden acaba ne kadar içten diye soruşun kendine. Ne kadar gerçek diye. Unutursun öfkeni, hissizleşirsin en sonunda. Kim vurmuş duvarlarına, nasıl yıkılmış. Hala ayaktaysan eğer, kalbini eline alıp bir anne şefkati gibi dikkatli yürüyüp gitmişsen eğer, bırakmışsın acımayı kendine. Yeniden doğmuş, dirilişini kucaklıyorsun şimdi. 

13 Kasım 2014 Perşembe

Ahenk

Bir ahenk olmalı gecenin karanlığında, kör kuyuda, gündüzün aydınlığında ışıklı yolunda. Bir perde olmalı aralarında, istenildiğinde kapanmalı, vaad edildiğinde açılmalı. Sevgi olmalı ırmağın orta yerinde, kalpten kalpe uçsuz bucaksız suyun içinde. Birşey olduğundan değil de olmamasına rağmen sevmeli. Doymalı, susamalı tuzlusundan hayatın. Aç gözü kör olmalı, olmalı ki tek bir ruh da bir olmalı...

18 Ekim 2014 Cumartesi

Belki Bir Gün Sever Diye

Özenmek bir başkasına, bir başkasının eşine, çocuklarına, parasına, hayatına. İstemek belki de hiç bir zaman sahip olamayacaklarını, kıskanmak en yakınındakileri bile. Sevgiye aç ruhunun bu somutluklarla dolacağına inanmak. Aslında ihtiyacı olanın sadece sevgi olduğunun farkına varmadan yaşamak, yaşamak denirse buna. On beş yaşında evlendi. Art arda üç çocuk. Yaşını büyüttüler evlenmek için. Öyle doğuda filan bir aşirete mensup değildi ailesi. Yine de mecburen evlendi. Annesi başkasıyla evlenmişti. Aynı evde bir genç kız ve üvey babanın yaşaması yakışık almazdı ya küçük kasabada. Babası hayattaydı oysa ki.  Onu en son gördüğünde dokuz yaşındaydı Nurcihan. Bir gün okuluna gelmiş, teneffüste oynarken Nurcihan'ı izlemiş bir süre. Nurcihan babasını görünce sevinç çığlîğı atmış. Kucağına alıp öpmüş kızını ve sonra hızlıca uzaklaşmış. Babasını gördüğünü hiç bir zaman itiraf edemememişti Nurcihan annesine. Bir kez daha gördüğünde ise hastanede son nefesini vermek üzereydi zaten.

Evlenene kadar annesinin evlendikten sonra da kocasının kölesi olmuştu Nurcihan adeta. Çocukları doğduktan sonra şehire taşındılar. Bir kere kocasına karşı gelmişti o zamanda sonucunun ne olacağı belliydi. Yediği dayak acıtmamıştı onu, yerle bir olan gururu da. Esas kalbi kırılmıştı. Çünkü bu  adama nefretle karışık aşk ile bağlıydıydı. Kocasının onu sevdiğini de biliyordu zaman zaman. Üç tane çocukları vardı ya. Nurcihan bu çocuklardan bile çok önemsiyordu kocasını. Onlar bu aşkın önüne geçemediler hiç bir zaman. Komşuların Nurcihan ve cocuklar tatilde dedelerinin yanlarındayken eve bir kadının geldiğini söylemeleriyle oldu olanlar. Seyhan Bey yazları okul bitince onları kasabaya gönderirdi Nurcihan ile birlikte. Böylece en azından yazları sadece kendi boğazına bakardı. Büyük şehirde yaşamak zordu. Bu kadar tasarruflu olmasına rağmen bir kadınla olan ilişkisi ortaya çıkınca kocasına karşı hep sessiz kalan Nurcihan dayanamamıştı. Bunca fedakarlık yapanın kendisi olup, başka birine tercih edilmesine. Seyhan Bey suçluydu sözcükleri yetersizdi kendini savunmaya. Bu yüzden ilk ve son kez af diledi karısından. Tabi o dayaktan sonra. Kötü bir adam değildi aksine iyi bir babaydı. Ancak Nurcihan'a esir hayatı yaşatıyordu. Küçük bir kasabada zengin bir tüccarın tek  oğluydu. Oldukça şımartılmış her istediği , istediği anda önüne gelmişti bunca zaman. Pembe beyaz Nurcihan'ı görünce çok beğenmiş, tek bir sözü ile kendine eş yapmıştı. Nurcihan bir tabak pudra sekerli çilek gibi sunulmuştu önüne. Severdi karısını. Esprilerini, zeki oluşunu, her konu hakkında bir fikri oluşunu. Sohbetine doyum olmazdı Nurcihan'nın. Severdi. Sadece farklıydı sevgisini gösterişi. Nurcihan'ı hiç bir yere göndermezdi. Aynı apartman içinde dolanıp dururdu komşularında. Oda saat sınırı ile. Saat aşımı olduğunda kaç kere kapılarda bırakmıştı Nurcihan'ı ders olsun geç kalmasın bir daha diye komşulara rezil olması pahasına. Nurcihan'nın üvey babasından olan kardeşleri vardı bir kaç kez ablalarıyla iletişime geçmek istemişlerse de Seyhan Bey buna hep engel olmuştu. Korkuyordu Nurcihan. Gerçekten bir gün kapı kapansa gidecek hiç bir yeri yoktu ki. Yine de o kadar da kötü değildi. Seyhan Bey keyifli olduğu zamanlarda alır götürürdü karısını gezmelere. O da yılda bir belki.

Tek neşesi eve gelen misafirlerdi onun. Nurcihan' a hayatı zindan etse de Seyhan Bey sosyal bir kişilik olarak nam salmıştı mahallelerinde. Bonkördu severdi misafiri. Nurcihan da sosyalleşirdi böyle zamanlarda. Hazırladığı meze sofralarında, erkekler tokuştururdu rakı kadehlerini kadınlar ise bira içerledi. Içki içmek günahtı Nurcihana göre, ancak "biraya tuz koyunca alkolünü alır " derdi alt kat komşusu. Inanirdi her duyduğuna. Bu kadar zeki olmasına karşın belki de işine geldiği için inanmış gibi yapardı. Kendine göre bir senaryo çizerdi. Kimbilir kendine ait bir hayal dünyası vardı onunda. Hikayeleştirirdi her duyduğunu abartırdı çoğu zaman. Böyle beslenirdi ruhu, olmayanı oldu yapardı. Olana bin katardı. Hasta olan birini duysa hemen ölecek herhalde derdi. Bir çift kavga etse kesin boşanırlardı. Dramın en acısı olmalıydı, onun dünyasında mutluluğa yer yoktu. Çünkü kendi mutlu değildi. Hep mükemmel bir eş olmaya çalıştı kocasına ancak bir anne olamadı. Çocuk dediğin ona göre uslu uslu oturan sesini çıkarmayan söz dinleyen, hiç bir fikri olmayan küçük insanlardı.O öyle büyümüştü ya. O hiç çocuk olmuş muydu? Çocuklarla konuşmayı bu yüzden hiç bilemedi. Üç çocuk doğurdu ne hissederler bilemeden.
İkizler. Çocuk sevmeyen birine göre fazla yorucu.  Neyse ki ikizlerden biri tam da Nurcihan'nın çocuk tarifine uyuyan. Fazla akıl yürütmek istemeyen, her şeyi olduğu gibi kabul eden sorgulamayan hiç bir şeye itiraz etmeyen. Annesinin sözünden bir gün dahi çıkmayan Nukhet. Ailenin en uslu kizi. Nurcihanın tek kızı sanki. Babasini hic sevmedi. Annesini üzdüğü icin, annesine bağırdığı için, annesini bir kere dövdügü icin. Belki babası da onu hiç sevmedi duygusuz oldugu için bir kere babasına sarılmadığı için. Nukhet evlendi annesine karşı gelmeden ne iş yaptığı bile belli olmayan ( ki bunun bir önemi yoktu Nurcihan için zengin ise iyi bir kısmetti) biri ile evlendirdi annesi onu. Çünkü tek istediği gösterişti.

En küçükleri Seyfiydi. Bir evin tek oğlu aynı babası gibi. Kasabanın yarısının sahibi olan dedesinin ismini vermişlerdi. O ihtişama o depdebeye karşı umurunda bile olmadı ailenin gözbebeği olmak. Ve bir gün onları tüm ailesini ardına bile bakmadan bırakıp gitti. Şimdi yurt dışında yaşıyordu ve bayramlarda sanki bir evlat görevi buymuş gibi tebrik kartı atıyordu. Sevgi yoktu ki içinde.

İkizin diğeri. Ikinci kizi.Ben Nilùfer. İkizime bu kadar benzerken bir o kadar da farklı olan ben. Yanlış olan ben. Benim annem Nurcihan herşeyimi kîskandı kardeşlerimi, babamı en çok da özgür kalışımı her yaşımda her anımda. Tozlu hayatı is içinde. Üstüme üfledi o tozları. Tüm hayatının yükünü sırtıma yükledi. İş ler ne zaman yolunda gitmese benden çıkarırdı öfkesini, kusardı. İlla ki bir günah keçisi olmalıydı ya iste o bendim. Onun özgürlüğüne karşi benimkisi. Onun nefretine karsi benimkisi.  Olmadi olamadik onunla.

Büyüdükten sonra ben hiç dinlemedim onu. Belki o zaman kızmakta haklıydı, ama daha küçükken neydi bu nefreti bilemedim. Garipti, soğuktu Nurcihan en çok da bana, ilgisizdi, kıskançtı belki babam beni koruyor diye. Belki babam bile bana acıyordu evin içinde savunmasız kalmıştım. Herşeye rağmen evde hep yardımcıydım ona. Evin bütün işleri, ne istediyse yapardım. Evden çıkmama izin vermezdi sadece okula gider gelirdim. Arkadaşlarım eve gelirdi beni görmek için. İkizim zaten zevksizdi, ruhsuzdu sanki. Ne bir arkadaşı vardı ne de bir fikri. Elinden hiç bir iş gelmezdi. Nurcihan'ın misafirlerini bile ben ağırlardım. Nukhette annesine yaranmak isterdi ben ise sadece sevgisini isterdim. Nukhet beni başarılı olduğum için sevmezdi ben ise Annesi onu sevdiği için. Komşulara övünürken en becerikli en başarılı kızıydım. Ama evdeki gözde yine Nukhetti. Oysa Nurcihana asıl benzeyen bendim. Zekamı ve becerimi ondan almıştım. Ancak onda olmayan cesaretti. Cesaret edemediğinden güçsüzleri sevmesi daha kolay gelirdi.

Ben güçlenince de tüm yasakları deldim. Nurcihan ne derse mantıklı dahi olsa artık dinlememeye başlamıştım. Bir flörtüm vardı. Yasaktı. Gittim onunla evlendim. Çocuklarım oldu. Onlara hiç bilmediğim o sevgiyle sarıldım onlarda bana. Tutmadı kimsenin ki Nurcihan'dan almadığımın yerini. Hep bekledim belki bir gün sever diye.  Doktor oldum hayallerimdeki gibi. Tainim çıktı çok uzaklara. Tatillerde gelirdik yanlarına. Yıllar yalan gülümsemeler ile geçti Nurcihan ile. İçimde ki boşluk ise bir yumruk gibi boğazımda kimi zaman düğümlenir. Olmamıştık onunla. Beni hiç sevmedi. Sevdiremedim kendimi.

Babam öldükten sonra on yıl yüzünü görmedim. Bugün gördüm onu. Yıkadım. Temizledim. Arındı mı bilmiyorum. Müslüman adetleri iste. Nukhet girmedi yıkamaya. Hiç birşeyi beceremez zaten. Sonbaharın son günü çok soğuk. İçim ürperiyor. Beyaza büründü yerleştirdiler toprağa. Hiç ağlamadım. Tek bir damla bile. Tüm hayatım boyunca onun için ağlıyorum. Kapadılar üstünü.  Yok artık. İc sesim ama o benim. Her karanlikta. Her yokluğunda belirir. Sevmedi beni küçükken bile hiç sevmedi. Babamın yanında yatıyor şimdi aile mezarlığımız. Kasabanın en yüksek tepesinde denizi de goruyor. Sonra yürüdüm tek başıma, çocukluğuma, büyüdüğüm eve. Harabeye dönmüş. Oturuyorum saatlerdir. Telefonum kapalı. Kimseyle konuşmak istemiyorum. İçimde bir boşluk.    Oysa ki o boşluk hep vardı. Şimdi hak verir mi bana gittiği yerden. Konuşamadıklarımı biri sorar mı ona? Neden diye onun suçu neydi diye? Hava kararıyor. Babamın torunları için  yaptırdığı küçük havuz yosun tutmuş yemyeşil. Kaç kuşak büyüdü burda. Kalktım fıskiyesini açtım. İçeriden Nurcihan' nın şalını aldım. Nurcihan kokuyor. Oturmak istiyorum burada öylece onunla konuşmak sabaha kadar. Gelecek sanki ellerimi tutucak kızım diyecek "seni hep sevdim".

2 Ekim 2014 Perşembe

Kırmızı Kalpli Balonlar



Telefonların ardı arkası kesilmiyordu. Bir tane daha rezervasyon düştü sisteme, bugün girişli. Londra'dan gelen iki kişilik rezervasyon. Sabahtan beri o kadar yoğundu ki kendini düşünmek için, ağlamak için bile zamanı olmamıştı. Son 10 gündür her gün ağlıyordu. Yeni gelen rezervasyonun özelliklerine bakması gerekiyordu ancak bir yandan telefonlara yetişmiyordu. Müdür geldi ofise. Her zaman ki gibi yoğunluğu fark etmemis gibi yaparak.
-Deniz, Önümüzdeki hafta gelecek olan misafirleri ve bugün bu saate kadar düşen rezervasyonların listesini yapıp çıkmadan mail atabilir misin bana?
-Tabi ki efendim çıkmadan elinizde olur.
-Teşekkürler
"Akşam çıkmadan yani sabaha kadar burada kalsam eve gitmesem bütün bu biriken işleri ancak yetiştiririm herhalde"diye düşündü. Oysa daha bugün Londra'dan gelecek olan misafirlerin rezervasyonuna henüz bakamamıştı bile. İlk iş onu bitirmeliydi. Balayı çiftiydi. Odanın temizlenmesi, süslenmesi, meyve sepeti,pasta ikrami ve tabiki bir şişe şarap konması gerekiyordu. Bunların hepsini şimdi organize etmeliydi. Önce odayı temizletti. Pasta, meyve sepetini oda servisine pasladi. Ancak gönderilerdi bir işi de zamanında yaptıkları daha görülmüş şey değildi. Balonları şişirmeye başladı. 3 adet kırmızı kalp şeklinde balonlar. Kırmızı kalp her an patlayabilecek kadar hassas ve güçsüz. Kırmızı gül yapraklarını sipariş etmisti, otelin karşısındaki çiçekçiden, onlarda gelmişti. Neredeyse herşey hazırdı, odaya çıkarken Bellboy arkadaşı Volkan yakaladı onu. "İstersen yardım edeyim sana hem biraz laflariz." "Olabilir" odaya girdiler. Volkan otelde Orhan'ı en iyi tanıyan kişiydi ve beraberlikleri süresince yanlarındaydı. 10 gündür ağlarken Deniz, bir an onu yalnız bırakmayan, iş çıkışı evine kadar Deniz'e eşlik eden sadık dost. Yada Orhan ile olan ilişkisini hep kıskanan aslında Deniz'den ilk önce hoşlanan ancak hızlı davranamadığı için Orhan'nın önüne geçemeyen ,zavallı, yenilmiş, şimdi bu durumdan faydalanan bir fırsatçı fare. Umrunda değildi neyse ne! Belki Orhan onu eskiden yaptigi gibi kıskanır ve geri döner diye düşündü. Bu fareyi kimse sevmezdi otelde. Sadece onunla ve Orhan ile iyiydi arası. Volkan balonları yerleştirmeye başladı oda da, bilhassa da oyalaniyordu sanki. Deniz banyoda küvetin kenarlarına kırmızı gül yapraklarını serpiştiriyordu. Orhan'nın artık hayatında olmadığı gerçeğine inanamiyordu. Şuan kendi balayının hazırlıklarını yapıyor olabilirdi ancak o hiç tanımadığı birilerinin, belki de hiç bir zaman bilemeyeceği bir duygunun ön hazırlığını yapmaktaydı. Volkan yanına geldi.
- Konustunuz mu?
 - Hayır.
 - Bitti yani tamamen! Daha neyi soruyordu bu çocuk, canını daha çok yakıyordu böyle sorularla. Sessiz kaldi.
-Deniz sana birşey söylemek istiyorum, seni severim bilirsin, daha fazla üzülmene dayanamıyorum.
-Nedir?
-Şey başka biri varmiş, yanı vardı, hala daha var. Ben yeni öğrendim ama. Bunu nasıl yaptı sana anlamıyorum. Sen bunu hak etmiyorsun. Öğrendiğim de çok sinirlendim inan ama biliyorsun benim de arkadasim o. Yine ağlamaya başladı oysa sabahtan beri hic ağlamamıştı. Hatta umutlanmisti bile, bugün uzun zamandır ilk kez görecekti Orhan'ı ayrıldıktan sonra. Orhan'nın vardiyasına başlamasına sadece 1 saat kalmıştı. Vardiyaları ayrıldıktan sonra ilk kez bugün denk düşmüştü. Telsiz telefonu çaldı Volkan'ın.
" Aşağıdan çağırıyorlar grup girişi gelmiş. Ağlama artık lütfen, daha güçlü olmalısın şimdi daha rahat atlatabilirsin bence. Ben hep yanında olacağım" Alnından öptü.
Öylece kaldı belki bir yarım saat daha. Gerçekten şimdi tüm umutları yıkılmıştı tekrar ona geri döneceğine dair. Kendini suçlamayı bırakmıştı. İçini öfke kaplamıştı. Herkesin ne zaman evleneceksiniz gibi sorularına ayrıldık demek bile güç gelirken şimdi beni başka bir kız için bıraktı demek nasıl olacaktı. O yaşadıkları son sahneyi anımsadı.
-Ben ilişkiye hazır değilim, iş yeterince yorucu yetişemiyorum herşeye, biliyorsun iki işim varmış gibi seni oyalamak istemem. Daha evlenmeyi de düşünmüyorum. Düşünsem bile yapamiyorum. Bitmesi gerekiyor.
Hak vermişti Deniz bu dediklerine ancak "ben beklerim seni" diyordu. İki işi vardı gerçekten Orhan'nın. Istanbulun henüz şehirleşmemiş yerlerinden birinde baba yadigarı küçük bir nalbur dükkanı işleten iki erkek kardeşten biriydi Orhan. Otelden çıkıp birde dükkana gidiyordu. Aynı evde bakılması gereken annesi, yengesi ve yeğenleri ile yaşıyordu. Onlar farklı zaman dilimindeydiler. Deniz ise Orhan'a göre el bebek gül bebekti ailesinde. Burada ayrıldı yolları belki de gerçek buydu. Aradaki farkları uçurum yapan bir gerçekti hayat. Oda servisi geldi pastayı koydular sehbaya, yanına çatalları ve bıçağı. Hiç bir yere gitmek istemiyordu, oda da öylece tek başına oturup düşünmekti tek istediği. Terk edilmenin aldatılmanın sebeplerini. Acaba ona yetemeyeceğini mi düşünmüştü, fazlalık olduğu aşikardı Orhan'nın hayatında. Ayrılmasını, evlenmekten yada ilişkiden kaçmasını anlıyordu hak bile vermişti. Ancak neden başka bir kıza gitmişti. Oda artık sunuma hazırdı. Aşağı indi herşey anlamını yitirmişti. İşini seviyordu oysa, bu oteli seviyordu. İşten çıkmayı hayata yeniden başlamayı düşündü bi an. Değil aynı çatı altında olmak, aynı gökyüzüne bakarken bile onun nefesini hissetmeye tahammülü yoktu. Bırakıp gitmeyi, tüm bu olanları yıllar sonra bir hikayeye çevirebilmeyi, bir yabancı kadar soğuk o günkü gibi acıtmasada yaşadığı her anı eksiksiz hatırlayabilmeyi çok isterdi. Orhan gelmişti selam verdi. O maskeli yüzü gülümsemisti. Halbuki Orhan'nın bugün var olduğunu sandığı maskesi yoktu. Deniz bu oyuna daha fazla devam etmek istemiyordu, nefesi kesiliyordu, midesi bulanıyordu.
-Misafirlerle ilgili herhangi bir sorun oldu mu bugün var mı bana akataracakların? diye sordu Orhan. -Ben odada sanırım küpemin tekini düşürdüm. Balayı çifti için oda hazırladık. Onlar gelmeden gidip bakıyım küpeme. Aynı odadaydı yine herseyin bittiği o oda. Bayılacakmış gibi oldu. Orhan'ı aradı hemen.
-Orhan kendimi hiç iyi hissetmiyorum aşağı inmeme yardım edebilir misin lütfen başım dönüyor.
 - Tamam geliyorum
Orhan kapıyı açtı. Deniz yatağa uzanmişti.
-İyi misin?
-Başım çok dönüyor kalkamiyorum Anlamsızca bakiyordu Orhan.
-Bak Orhan kabullenmek cok zor benim için ancak alışıyorum, artik gercekten bitti. Ama lutfen kalkmama yardim et simdi evime gideyim . Orhan yaklaştı yavaşca. Deniz Orhan'ı kendine çekti. Orhan karşı koymadı, öpmeye başladı. Deniz'in midesi gerçekten bulanıyordu. Hala nasıl hiç birsey olamamış gibi hala onun sevgilisiymiş gibi. Ama Orhan böyleydi iste, herhangi bir ilişkiyi içinde sadece cinsellik olsa bile sürdürebilecek kadar sığ bir erkekti. Gece kısa kesilen konuşmalar, buluşmaların her seferinde bir bahaneyle ertelenmesi, yalanlar. Şimdi zincirin tüm halkaları birleşmişti. Deniz nerden bilebilirdi ki sevdigine sevildigine inandirmıştı. Öpmeye devam ediyordu hala saygisizca. Ancak bu kez Deniz izin verdiği sürece canını yakacaktı, o istedigi sürece öpmeye devam edecekti. Ve bir anda yastığın altına sakladığı Londra'lı balayı çiftinin pasta bıçağını tam da boğazının ortasına sapladı. Aynı anda kanlar fışkırmaya başlamıştı. Kırmızı kalpli balonlar kadar kırmızı. Gül yaprakları kadar kırmızı. Her yer kıpkırmızı. Yalvarır gözleri Deniz'e bakıyordu, pişmanlığını mı anlatıyordu? Can çekişiyordu, canı cok yaniyordu ayni Deniz'inki gibi . Üstünden sıyırdı kendini Deniz. Banyoya gitti. Hala tiz bir can çekiş sesi, ılık ılık uzaktan duyulur gibi kırmızı. Soyunma odasından getirdiği kıyafetlerini giydi. Üstünü temizledi. Ses kesilmişti artik. Bakmadı bile ardına. Ve çıktı. Aşağıya indi taksiye bindi uzaklaştı. Yorgun bitkin rahatlamış, yol uzundu dalmış. Neden sonra siren sesleri ile uyandı. Karşısında Orhan ve otelin doktoru duruyordu. Yine o oda da.
-Bayılmışsın canım. Doktor çağırdım hemen. Hadi kalk da eve bırakayım seni.
-Kendim giderim , seni bir daha görmek istemiyorum.
 Kalktı. Gözü takıldı Kırmızı kalpli balonlara.

Yeni Dünya Bir Rüya

Yeni Dünya Bir Rüya

Sonu gelmeyen bir yoldaydı sanki koşuyordu nefes nesefese kaçıyordu. Bir yol ki gittikçe uzaklaşan. Biraz korku biraz endişe biraz heyecan, merak hepsi onunlaydı. Sesler geliyordu ardından rahatsız edici aynı sesler hayatı boyunca duyduğu yalan sesler.. O sesler ki en derinden gelen bu kez gerçekten işitmediği gercekten dinlemediği. Belirsiz yüzler görüyordu flu. Tanıyamıyordu maskeli yüzler. Her adımında birileri vardı her renk maskeyle saklanmış sahte yüzler... Tek hissettiği koşmak zorunda olduğuydu o yüzlerden kaçmak zorunda olduğuydu. 1-2-3-4-5... Sayısız bir sürü yüz. Peki hiç kimse yok muydu dönmeye değer? Hiç kimse kimsecikler, yalnızlığında tek başına. Kacmak herkes ten kurtulmak istiyordu. Zarar veren yalnızlık değildi insana, esir olmuş ruhlarda yine başka ruhların. Yok muydu sahteliğin olmadığı bir dünya yada sadece bir rüya yasakların olmadığı.. Durdu yolun sonu uçurum. Yeni benliğin başlangıcı. Arkasına dönüp bakmaya cesareti yoktu... Ya şimdi atlayacak tüm hayatını unutacak yada geri dönüp eskisi gibi yine o kargaşanın içinde bulacaktı kendini... Esaret zincirlenmiş bir beden... Ruhu hala onunla olduğu için şanslıydı. Şimdi tek gayesi ruhunu kurtarmaktı. Yorgunluk, umutsuzluk binlerce dalga çarpmış küçük bir sandal alabora olan.. Alabora hayat... Hersey darmadağın. Yeteri kadar mutluluk çoğuna gerek yok... Sadece yeteri kadar ... Kapat gözünü, uzun bir uykuya dal.. Atladı sonsuzluk... Gözünü açtığında herşey farklı olacaktı...